28 Şubat 2011 Pazartesi

Albüm Yorumları II - Tchaikovsky 1812 - Marche Slave



Öğrencilik yıllarımızda “deniz yok” diye çok sızlandığımız Ankara’nın tadını artık çıkarmaya başlamışız. Gerçek anlamda kültürün ve sanatın başkentinde olduğumuzu anladığımız ve Ankara’nın bizi kendisine aşık etmeye başladığı yıllar. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının o hafta hem Romeo Juliet üvertürünü hem de  Poloveç Dansları’nı çalacağı haberi çıktığında, o zamanlarda tüm üniversitelilerin takıldığı Bilkent Bulletin Board System (Buces BBS)’de bir dalgalanma oldu ve herkesin neredeyse bilet bulmak için birbirini çiğnediği birkaç günden sonra şanslılardan birisi olarak Cumartesi günü sabahtan konser salonunda yerimi aldım. Ankara’da öğrenci olmanın avantajı da budur, her tiyatro ve konsere inanılmaz ucuza gidersin. Muhteşem ötesi bir konser, ilk kez dinlediğim Poloveç Dansları beni esir almış ve kulağımda halen o çalıyorken bir anda kendimi Dost Kitabevi Klasik Müzik bölümünde buldum. Ufak bir araştırmadan sonra elimde sahip olduğum ilk Deutsche Grammophon albümünü tutuyordum. Öğrenci bütçesine göre gayet sağlam bir para vererek Tchaikovsky: 1812 – Marche Slave adını taşıyan bu albümü aldım.

Albüm aynı zamanda Rimsky Korsakov’un Capriccio Espagnol’ünü ve bahsettiğim gibi  Borodin’in Poloveç Danslarını da içeriyor ve DDD etiketi ile dikkat çekiyor. Albümün her noktasında inanılmaz bir özenli çalışma kendini belli ediyor. Nereden başlasam, kapaktan çıkan birkaç dilde her eseri tarihçesini anlatan kitapçıktan mı, yoksa  Koronun ilk sesleri ile resmen konserin ve aksiyonun içinde yer alma duygusundan mı. Herşeyiyle alıp götürüyor ve su gibi akıp gidiyor notalar. Poloveç Dansları için aldığım albümde 1812 beni daha çok etkiliyor, kitapçıktan aldığım bilgilerde gerçek konser havasını vermesi için Göteborg Kiliselerinin ve top atışlarını yapan Göteborg Artillery Division’ın bile digital kaydını yapmışlar. Gerçekten de eserin sonlarında bunu sonuna kadar hissediyorsunuz, muhteşem bir final ile de eser sonlanıyor. Aynı kaliteyi lezzeti Poloveç Dansları’ndaki koronun güzelliğinde, Capricco Espagnol’da Endülüs nağmelerinde de alıyorsunuz.  Özellikle Rus bestecileri seviyorsanız bu albüm mutlaka ve mutlaka arşivinizde olmalı.

27 Şubat 2011 Pazar

Albüm Yorumları I - The Glory of Italian Opera: The Most Beautiful Arias, The Greatest Choruses Overtures and Intermezzi




Bir klasik müzik sevdalısı olarak, her ay bir klasik müzik kaydı almayı kendime destur edindim, uzun zamandır aradığım ortamı (evde temizlik vardı, kimse beni rahatsız etmiyordu odamda :P) da bulunca ilk aldığım albümü nihayet hakkını vererek dinledim. Bundan sonra da bu albümleri ne zaman hakkını vererek dinlersem kendi bloğumda yazmaya karar verdim. Bu arada, twitterda olsun, radyo3 programlarından email adreslerini verenler olsun herkese İstanbul’da D&R dışında hangi yerden klasik müzik albüm kayıtlarını bulabiliriz diye soruyordum ama hiç cevap veren olmadı, aradığım cevabı nihayet Habertürk Skala programı yapımcısı Bedia Güzelce verdi, Cihangir’deki Ak Müzik mağazası.  Kendisine buradan bir kez daha teşekkür ederim.  Bu arada Ankara’da Dost Müzik bu konuda hiç beni yanıltmamıştır bilgilerinize :)

Evet geçtiğimiz ay aldığım ilk albüm, Sony Music etiketli “The Glory of Italian Opera: The Most Beautiful Arias, The Greatest Choruses Overtures and Intermezzi” albümü. 3 cd’den oluşuyor ve tahmin edilebileceği üzere 1. cd tanınmış İtalyan aryaları, 2. cd bu operalardan seçilen güçlü korolar ve 3.cd de yine bu operalardan seçilmiş en güzel üvertürler. En başından beridir ne zaman bir klasik müzik albümü alsam the best Mozart, the best Beethoven gibi albümlerden uzak durmuşumdur. Gerçekten de son derece özensiz ve gelişigüzel eserler seçilmiştir, diğer taraftan albüm içinde yeterli bilgi olmaz. Bir yandan kayıt firması Sony olması beni cezbetti, endişelerimi giderdi, diğer taraftan albümdeki eserlerde Nessun Dorma, Un Bel Di Vedremo, Gloria all’ Egitto, Vedi! Le fosche gibi beni her zaman coşturan eserleri görünce işte tamam galiba turnayı gözünden vurduk dedim.

Ancak beklentiler büyüdükçe hayal kırıklığı da o kadar büyük olur demişler. Eserleri dinlerken her ne kadar digital re-master yapsalar da bir Deutsche Grammophon kaydı gibi berrak bir ses alamıyorsun, müziği bilgisayarda sonuna kadar açsan bile odayı dolduran bir efekt yaratamıyorsun. bir de eğer konu İtalyan Operası ise tenor olarak insan bir tane bile Pavarotti koymaz mı albüme ya? Ya sopranolardan Montserrat Caballe ya da Maria Callas arıyorsun ve onlar da yok. İlk CD hafif buruk bir tad bırakarak kapandı.

2. CD’yi açtığımda muhteşem Gloria all’ Egitto bile bu burukluğu gidermeye maalesef yetmedi. Sonrasındaki eserlerde o gelişigüzellik halen devam etti. Üstelik CD 2009 kayıtlı olmasına rağmen bilgisayara takar takmaz şimdiye kadar yanılmamış olan Media Player gitti bambaşka albüm kapakları buldu, bambaşka isimler verdi eserlere. Hadi içeriğini düzgün hazırlayamadın, bari bunu düzgün ayarla değil mi?

Koskoca albümde sadece üvertürlerin olduğu 3. CD keyfimi yerine getirdi, o da Rossini sayesinde, aslına bakarsanız Media Player’ın tanıdığıı tek CD de bu oldu. Bu CD’yi gerçekten keyifli bir şekilde dinleme imkanı buldum. İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde bu sezon Sevil Berberi de var, kesin gitmek lazım bence.

Peki sadece birkaç Rossini üvertürü ve geçişi için, bu 3 CD’lik albüm alınır mı? Bence hayır. Keşke Deutsche Grammophon alsaydım dedirtiyor bu albüm. Ve bir kez daha klasik müzik alanında iseniz toplama eserlerden kaçın ey ahali diyor. Ve elimde kendimi vererek dinleyeceğim bir toplama albüm daha var. Hadi hayırlısı, bundan ne çıkacak bakalım.

Pazar Şiirleri - 27.02.2011

Cumartesi kahvaltı müziğinden sonra artık her pazar da haftasonu şiiri kategorisinde beğendiğim şiirleri burada paylaşacağım.

Bu haftanın şiiri Behçet Necatigil'den..


SEVGİLERDE


Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.







26 Şubat 2011 Cumartesi

Radyo 3 Solmasın..



Uzun zamandır yazacaktım ama gelişmeleri de takip etmek istedim. Resmen şok edici bir haber, twitter’daki radyo3 yapımcılarından gelmeye başladı. Aynı yapımcılardan Müzik Takvimi programının yapımcısı Serhan Bali de Radikal’deki köşesinde yazdı. Okuyamamış ya da duymamış olanlar için söyleyelim: Kırşehir, Kastamonu, Karaman, Adıyaman, Konya, Niğde, Kahramanmaraş, Ağrı, Çankırı, Kars, Tunceli, Diyarbakır, Gaziantep, Bingöl, Mardin, Van'da TRT Radyo 3 susmuş durumda! TRT bu illerdeki frekanslarını TRT Nağme, TRT Türkü gibi kanallara tahsis etmiş durumda.

Nasıl yani diyor insan! Bu illerde klasik müzik sevdalısı kimse yaşamıyor mu?  Hadi onu geçtim koskoca TRT, “devlet” kurumu, bir verici frekansı daha tahsis edemiyor mu? Bu arada bana kimse bütçe demesin. TRT, bugüne bugün içeriğinde radyosu, tvsi olan her üründen bandrol bedeli adı altında her yıl gelir elde etmektedir. hatta şu yazıyı yazdığım anlarda bir bant dönüyor ve bandrollerinizi aman kontrol edin yoksa ceza keserim yoksa kaçakçılığı desteklerim diyorlar. Sen bu parayı bu illerde bir yeni frekans daha tahsis edecek şekilde değerlendiremiyorsan ne yapıyorsun? Nereye harcıyorsun bir anlatsan?  Bir şikayetçi için TRT’den gelen cevap ise şaka gibi. Serhan Bali’ye kulak veriyor ve TRT’den gelen cevabı iletiyoruz:

TRT’nin Aktif Hat’ından verilen yanıtta “kurumun zaman zaman bu türden verici değiştirme çalışmaları yapabileceği, bu çalışmaların teknik ve kurum imkânları ölçüsünde her kanalın ayrı bir dinleyici kitlesi olduğu göz önünde bulundurularak yapıldığı ve bu doğrultuda Gaziantep vericisinin yeni bir düzenlemeye kadar TRT Radyo Haber kanalına tahsis edildiği belirtiliyor. Yanıt, Radyo 3 yayınlarının internet ve uydu üzerinden dinlenebileceği hatırlatılarak sona eriyor.”

Ayrıca nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki, Kültür Bakanlığı bu olaya en ufak bir açıklama bile yapmamış durumda. Bilirsiniz, Cumhuriyet kurulduğunda oluşturulan ilk kurumlardan birisidir Devlet Opera ve Balesi. Çünkü Atatürk çok iyi biliyordu ki, klasik müzik ve opera sayesinde bu ülke çağ atlayacaktır. Bulgaristan’da Ticari Ateşe olduğu zamanlarda  opera temsillerini de mutlaka takip ederdi. Şimdi bırakın Başbakan’ı, Kültür Bakanı’nın kendisi acaba ne kadar opera ve bale takip ediyor? Kaç klasik müzik konserine gidiyor? Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası var ama Cumhurbaşkanı hiçbir programa gitmiş mi? Gelin rakamlarla bu duruma bir bakalım. Türkiye’de 81 il var. Peki kaç ilde devlet opera ve balesi var? İstanbul, Bursa, İzmir, Muğla, Antalya, Eskişehir, Ankara, Mersin, Samsun, Sivas, Gaziantep, Van.. sadece 12. Ve bu 12’nin sadece 6’sında program yapılıyor. 81 ilin geri kalanında bu ülkenin Kültür Bakanlığı hiçbir şekilde opera ve baleye adım atmamış. Bu kurumda çalışanlar aynı zamanda bankacıların gözbebeğidirler, çünkü en çok kredi, kredili mevduat hesabı olan kişilerdir ve sürekli borçlıudurlar, hakettikleri ücretleri asla almazlar. Ama ona rağmen ülkede çok sesli müziği, operayı, baleyi geliştirmek ve sevdirmek için uğraşırlar. Ve uğraştıkları, halka sevdirmeye çalıştıkları bu dalların kanalını siz diğer illerde bir bir kapatıyorsunuz.

Sayın Kültür Bakanı, ortaya neden çıkmıyorsunuz. Yoksa savunulan şeylerin size yine iade edileceğinden mi çekiniyorsunuz? Böyle bir rezillik üyesi olduğunuz hükümete bağlı bir kurum tarafından yapılıyor ve siz hiçbir şekilde müdahale etmiyorsunuz. Neden bu rezilliğin düzeltilmesi için talimat verilmiyor? Halkımız bu şeyleri dinlemez, onu seçkinciler yapar, zaten seçkinciler için de 3 büyük şehirde halen bu ucube radyo devam ediyor düşüncesinde misiniz?

TRT…. Sen nasıl ortada “Türkiye” Radyo ve Televizyon Kurumu diye dolaşıyorsun. Bu ülkenin klasik müzik dinleyenleri de bu ülkenin bir mensubu değil mi? Senin görevinden birisi de bu kişilere de hizmet vermek değil mi? O illerde radyo3 dinlenmeyeceği kanısına seni ne götürdü? Hangi anketi yaptın, bu anketi hangi kuruluşa yaptırdın? Ayrıca benden ve tüm vatandaşlardan aldığın bandrol bedellerinden elde ettiğini gelir nereye gidiyor?
Ayrıca şikayete verdiğin cevapla çelişmiyor musun? Klasik müzik dinlemek isteyen o kitleyi de nasıl dikkate almazsın? 

Bu yazıyı yayınladıktan 2-3 gün sonra sosyal medyaya TRT açıklaması da düştü hemen onu da noktasına virgülüne dokunmadan buraya alıyorum, sonra da satır aralarını okuyalım..


RADYO 3 KAPATILMIYOR; KISITLANMIYOR; YAYIN İÇERİĞİ DEĞİŞTİRİLMİYOR!
BİLAKİS; RADYO 3 GENİŞ KİTLELERE AÇILIYOR


Bazı basın yayın organlarında TRT Radyo 3 yayınlarının kısıtlandığı ve yayın içeriğinin değiştirildiğine dair yanıltıcı haberler yayınlanmaktadır. Oysaki, Radyo 3’ün kapatılması, yayınlarının kısıtlanması bir yana; bu kanalımızı güçlendirmek daha geniş kitlelere yaymak için çalışmalar yapmaktayız.

TRT radyo yayınlarının dinleyicilere kaliteli ve sağlıklı biçimde ulaşabilmesi, bütün kanalların en yüksek dinlenirliğe erişebilmesi için zaman zaman verici yenileme, tesis etme, değiştirme çalışmaları yapmaktadır. Söz konusu frekans aktarımları da kurumun bu tasarrufuyla ilgilidir. Son günlerde kısıtlı sayıda bazı illerimizde frekans aktarılması yapılmıştır.
                                                                                   
Bazı basın organlarında sözü geçen “Radyo 3’ün yayın içeriğinin değiştirilmesi”  ya da “Radyo 3’ün susturulması” konuları tamamen gerçek dışıdır. TRT Radyo 3 kanalı 30 yıldan fazla süredir Türkiye’de klasik, caz, hafif batı müziği ve rock müzik türlerinin en seçkin örneklerini vermekte ve bu türler hakkında dinleyicinin bilgi sahibi olabileceği programlar üretmektedir.

TRT Radyo 3 kapatılmamakta aksine Radyo 3 formatında bir başka kanalın daha çalışmaları sürdürülmektedir. Hazırlıklarının kısa sürede tamamlanması hedeflenen bu yeni kanal pop ve rock müzik türlerinin kaliteli örneklerine yer veren programları içerecek, Radyo 3 kanalı ise klasik müzik, caz ve new age türünde programlar üretmeye devam edecektir.

Bilindiği gibi kamuoyunda “RTÜK Yasası” olarak adlandırılan  ''Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun Tasarısı” mecliste kabul edilmiştir ve resmi gazetede yayınlanması beklenmektedir. Bu aşamadan sonra yasada yer alan “Dijital Karasal Yayıncılık” faaliyetleri en kısa sürede devreye girecek ve böylelikle TRT’nin tüm radyo kanalları ülkenin tamamında aynı kalitede dinlenebilme imkânına kavuşacaktır. Böylelikle bugün tartışılan frekans sorunları da kalmayacaktır.

Radyo3 kapatılması bir yana; internet, uydu, Ipone ve Ipad gibi modern iletişim cihazlarıyla yayınlarımız geniş kitlelere yayılacaktır.

Radyo3 yayınlarının kalitesini arttırmaya, çeşitlendirmeye hatta yeni bir radyo kanalıyla Radyo3 yayınlarını desteklemeye çalışan TRT kurumu olarak, kamuoyundaki yorumların yanlış olduğunu belirtiriz.
 
işte okumamız gereken satır aralarını daha rahat edelim diye kırmızı ile işaretledim ve ben istanbulda okuyan elinde interneti, uydu alıcısı, iphone'u ipad'i olmayan ama klasik müzik sevdalısı bir kişiyim diyelim. Bu açıklama benim neyime yarar. Satır aralarında diyorsun ki,

1. ben bütün kanalların yüksek dinlenirliğe erişmesi için çabalıyorum: E hani sen devletin her kesiminin temsil eden bir kurumdun? rating kaygısı gözetmeden bu işi yapman gerekmez mi? Hadi her kanalın dinlenirliğini artırırken neden bir kanalı tümden kapatıyorsun da zorla diğer kanalları dinlemeye yönlendiriyorsun? Bunun başka yolu yok mu? Frekans aktarımı (dikkat edin aktarım da değildir bu resmen bir kanalı kapatmaktır) bu işin tek çözümü mü?

2. Radyo3 formatında başka bir kanal daha açacağım. aman eğer bu işi trt müzik gibi yapacaksan kalsın. Gölge etme başka ihsan istemez. O kanalda biliyoruz, ne pazar konseri programı kaldı ne de konser salonlarından programı.. pazar günü gece yarısı yayınladığın konser programını ben ne yapayım.

3. müjde vatandaş müjde, yakında digital karasal yayıncılık geliyooor, ayrıca iphone, ipad, internet ve uydudan da dinleyebileceksin beni. bu durumda frekans diye ağlamayacaksın. ben belki geliri çok kısıtlı olan bir öğrenciyim, elimde sadece basit bir radyo dinleyebildiğim bir telefon var. ya da minik bir radyo belki. bu cihaz bahsettiğin hiçbir uygulamayı desteklemez ki.. sırf sen biraz frekans kiralama parasından kurtaracaksın diye ben bu uygulamalara toptan para vermek zorunda mıyım?

sonuçta işlem böyle, trt açıklaması her ne kadar yeni bir kanal, yeni alternatifler müjdelese de bizim şikayet ettiğimiz sorunun köküne inmeyi beceremeyen havada kalan ve hiçbir şekilde sorunu çözmeye de niyetli olmayan bir açıklamadır. kısacası bu konuda mücadeleye devam etmeliyiz.

Bu işin sonuna kadar takipçisiyim. Her gelişmeyi burada sonuna kadar belirteceğim. Radyo 3’ün solmaması için her türlü desteği elimden geldiğince herkese bildireceğim.


Değişen Gençlik Profili: Odtü, Burger King ve Starbucks

Geçtiğimiz hafta twitter’da paylaşılan bir gazete haberi aslında oldukça şok ediciydi. Bu linkte bulabileceğiniz habere göre, yıllarca Mc Donalds’ın giremediği her seferinde büyük bir direnç ile karşılaştığı ODTÜ’de Burger King ve Starbucks açılmıştı. Haber de gazetede “ODTÜ kalesi düştü mü?” başlığı ile verilmişti.

ODTÜ.. Türkiye’deki 1968 olaylarında en önemli rol oynayan yerlerin başında gelen kampüs. Deniz Gezmiş’lerin okuduğu okul. Muhteşem bir harf dizisi ile stadının merdivenlerinde DEVRİM yazar. Sadece bu da değil, nerede tepki gösterilmesi gereken bir yer varsa mutlaka ve mutlaka öğrencileri ve öğretim üyeleri tepki gösterir. En basitinden Tübitak’a gösterilen tepkiyi ve fotoğrafı da bu linkten görebilirsiniz.

Peki ne oldu da bu okuldaki öğrenci profili değişti ve Mc Donalds’ı kovan öğrencilerden artık Burger King ve Starbucks’a da kampüslerinde yer veren öğrenciler haline geldiler? Aslında değişen sadece ODTÜ’deki değil Türkiye’deki aynı yaş profili. Özellikle 1980’lerde kasıtlı olarak başlatılan dejenere bir toplum isteğinin vardığı sonuçlar. Kitap okumaz, önüne geleni sorgulamaz, Amerikan özentisi, çalışmak istemez  ama çok zengin olsun herşeye sahip olsun ister, “trend” olan kavramlar meraklısı ve o kavramların içini hızla boşaltan, seçimlerde oy kullanmayan, ülkede neler oluyor diye soru sormayan, cebinde parası olmadığı halde iphone ve ipad kullanmak isteyen, her şeyin en iyisine hiç çalışmadan ya da minimum çalışmayla konmak hayalini kuran. Hepsi tüm mekanları ezbere bilir, bazı konular vardır hep ondan bahsederler ve onu savunurlar. Çünkü o sıralarda trend odur. Bu konular hakkında bilgi sahibi olmayanları ise aşağılarlar kendilerince. Sadece okullarda değil, tüm toplumda bunları görmek mümkün. İş yerimin 2003 management trainee programında yer aldım. Programda yeni mezunların hemen hemen tamamı 2 sene içerisinde müdür olmak hevesinde ve isteğindeydi.  Hepsi aşırı mutsuz, çünkü hayallerini kurduğu ortam okuldan çıktığında karşılaştığı ortam ile birebir ters. Kardeşim, 2005 yılında Sinema Televizyon bölümünden mezun oldu ve (kendisi bu arada yaşıtlarına göre oldukça bilgilidir ve yetiştirmiştir) derse giren öğretim üyelerinin söyledikleri en önemli söz, “entelektüel düzeyi gelmiş geçmiş en kötü sınıfsınız. Yerlerde sürünüyorsunuz.” Bu korkunç entelektüel düzeyde olan kişiler ileride bu ülkeyi yönetmeye talip olacaklar. Düşünebiliyor musunuz olayın korkunçluğunu? Okullara dönersek düşünsenize, bir tarafta 1968 kuşağından gelen hocalar, diğer tarafta ise hiçbir şey sorgulamayan adam sendeciler.

Arkadaşlar durum vahim. Artık gençliği daha çok sorgulamaya itecek, toplumun neresinde olursa olsun önüne konanla yetinmeyecek haklarını arayacak bir konuma getirmek lazım. Ama bunun için de sağlam organize olmuş bir eğitim sistemi olmalı. Darwin’i anlattı diye soruşturmaya uğrayan öğretmenler varken çok mu şey istiyorum nedir?

Cumartesi Kahvaltı Müziği - 26.02.2011

İlkini geçtiğimiz hafta başlattığımız Cumartesi kahvaltı müziklerinin ikincisi. Nessun Dorma.. Pavarotti'nin muhteşem sesinden bu aryadaki kemanlar beni alıyor bambaşka bir yere götürüyor. Çok farklı duygular hissettiriyor.

23 Şubat 2011 Çarşamba

Elveda Ronaldo


Dünya Kupası'na Giderken..
Geçtiğimiz hafta, sarsıldığımız 2. olay ise Ronaldo’nun futbolu bırakmasıydı. Hayır Christiano değil, Orijinal Ronaldo. Topu aldığında herkesi ipe dizen, türlü ve çeşitli fauller yapılmasına rağmen boğa gibi kuvvetli ve şimdinin Messi’si gibi patır kütür düşmeyen Ronaldo. Sporun romantizmi dedik ya, belki de en son elçilerinden birisiydi Ronaldo.. Şimdiki Barcelona İspanya ve Messi kültürü ise bana son derece makineleşmiş ve robotik geliyor maalesef. Gerçekten de bir Ronaldo’yu, bir Maradona’yı bir Hagi’yi dinlediğimiz ve izlediğimiz gibi izleyemiyorum. Babam ile ne zaman bir futbol muhabbeti yapsak, söz döner dolaşır efsanelere gelir, adamın keyiften gözleri parlar, Andreas Möller, Lothar Matheus, Jurgen Klinsmann, Rudy Völler, Brehme adlarını duyduğunda.. Ben sanmıyorum ki bundan sonra ileriki yıllarda Messi dendiğinde aynı keyifle anabilelim… Ronaldo kesinlikle Messi’den daha kuvvetli, Messi’den daha teknikti. O kiloya rağmen de acaip hızlıydı. Kupa Galipleri Kupası’nda attığı goller, tekniğine ve çabukluğuna sadece örnektir.  

Gözyaşları sana hiç yakışmıyor.
Sakatlıklar olmasa halen Avrupa’da rahatlıkla üst düzey oynuyor olurdu. Keşke kariyerinde bir de Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu olsaydı. Ama eminim ki 2002 Dünya Kupası yeter de artar bile. O zamanlar bize attığın goller için sana çok saymış ve sövmüştük, affet bizi be Ronaldo…

Jerry Sloan'un ardından


Yaklaşık 10 gün önce bünye birden Sloan’un istifası ile sarsıldı. Nasıl ya, 1960’da üniversite kariyeri ile başlayan, 1964’de NBA’de profesyonel oynayan, All Star seçilen, All-Defensive takıma 4 kere seçilen, emekli olduktan sonra 1979’da önce Chicago ile başlayan sonra ise aralarla 1988’e kadar gelen ve 1988’de Utah’ın başantrenörü olan ve bu zamana kadar o görevi bırakmayan. Bir sezonda 50+ maç kazanması, üstelik bunu 10 sene tekrarlaması sadece 3 koçta var, diğer iki efsane Phil jackson ve Pat Riley.. 2 kere NBA Finali oynamış ne şanssızlık ki ikisi de Micheal Jordan’lı Cihicago’ya karşı.. Chicago’dan Micheal Jordan’lı yılları çıkarırsan oyuncu olarak en başarılı adam.. 2009’da Hall of Fame’e seçilmiş. Giydiği 4 nolu forma Cihacago tarafından emekli edilmiş. Onu bunu geçtim, sadece iki isimden dolayı onu saygıyla anmak lazım, Stockton ve Malone.. 97 ve 98’de popüler olanı sevmeyenlerin ortak tuttuğu takımdı. Micheal Jordan var diye sanmayın Chicago’nun rahat şampiyonluk aldığını.. Resmen yerde süründürdüler. İşte bu adam artık takımı yönetemediğini söyleyerrek geçtiğimiz günlerde gözyaşları içinde istifa etti. Tam bir şok.. İşin gerçeği ise Deron Williams ile takıştıkları ve Deron Williams’ın Utah yönetimin ya o gider ya ben diyerek takımdan gitmesine neden olduğuydu. Yok arkadaş gerçekten yuh yani. Fernando Torres salağının dediği gibi, romantizm falan kalmamış, spora canını koyanlar bir bir gittiğine göre.

Etme bulma dünyası diyeceğim ama adam muhtemelen karlı bir trade için New Jersey Nets’e gidiyor. Buradan Utah yönetimine sesleniyorum, kardeşim siz ruh hastası mısınız? Madem Williams’ı trade edecektin ne diye gönderdin canım Sloan’u?

Off of bu köprünün altından çok sular akar ve bence puzzle’ın halen eksik parçaları var. Galiba bu eksik parçaları da anılarını yazarsa Sloan tamamlayacak. Böyle bir kitabı hasretle bekliyorum.

18 Şubat 2011 Cuma

Cumartesi Kahvaltı Müziği - 19.02.2011

Her zaman özlemle anıyorum Ankara'daki klasik müzik günlerini. Bütün haftayı geride bırakmışsın, stres falan olmuş bitmiş. CSO konserleri ile üzerindeki o stresi aşıp, eşimin deyimiyle "beyindeki bütün stres düğümlerini çözüp" haftasonunu güzelleştirme zamanı gelir. İşte bugünden itibaren her cumartesi sabah, bu muhteşem eserlerden bazılarını size dinletmek niyetindeyim. Mendelssohn ile başlıyoruz. Keyif almanız dileği ile..







Ryan Giggs - Yürüyedur

Kendisini ilk tanıdığımda Galatasaray Manchester United ile eşleşmişti. 16 yaşındaydım ve bir futbolcu olsam daha profesyonel bile olamamış bir yeniyetme olacaktım. O ise Manchester United'ın belkemiğiydi. 

Eğer futbolcu olsam artık futbolculuğumun sona ermesine yakın bir yaşta olacaktım.. Ama O hala Manchester'ın anahtar oyuncularından birisi ve 1 sene daha sözleşmesini uzattı.

Giggs 20 yıldır yeşil sahalarda.. Geçtiğimiz günlerde ITV Football, Giggs'in futbol yaşamından bazı rakamları aktardı.


862: Tüm kulvarlarda Manchester Unites forması giydiği maç sayısı.

565: oynadığı toplam Premiere League maç sayısı. Tüm zamanların en çok forma giyeni David James'den sadece 7 maç eksik.

158: attığı gol sayısı. Manchester tarihinde 8. sırada

105: Premiere League'de attığı gol sayısı. Kendisini sadece 5 kişi geçebilmiş. Henry, Shearer, Fowler, Owen, Lampard...

32: Manchester United'da kaldırdığı büyük kupaların sayısı.

28: Giggs'in 1991'de çıktığı ilk lig maçından sonra doğan Premiere League oyuncu sayısı.
0: Gördüğü kırmızı kart sayısı :)

Yürüyedur Ryan Giggs.. "Futbol romantikliğini yitirdi" diyen Fernando Torres'e inat.. 

12 Şubat 2011 Cumartesi

Pirelli Lastik Testleri, Spor Medyamız, İstanbul Park




2011 Formula1 sezonunda lastik üreticisi Bridgestone çekildikten sonra tek lastik üreticisi olarak Pirelli sahneye çıktı. Ülke olarak bu karara sevindik, çünkü Pirelli’nin fabrikası Kocaeli’de üretilecekti bu lastikler. Ülkenin adının duyulması, istihdam artışı ve ihracat anlamına da gelmekteydi bu haber. Ve sonsuz test imkanı. Çünkü fabrikaya en yakın pist İstanbul Park’tı. Üstelik öyle yüzlerce kilometre değil, belki 50-60 kmden bile az. Çünkü dünyanın en teknik ve lastikleri en zorlayan pisti Türkiye’de, mantıken daha başka bir yer düşünülebilir mi? Maalesef Pirelli düşündü ve bütün testler İtalya’da yapıldı. Fakat, Türkiye’de en azından basına yansıyan en ufak bir itiraz bile yükselmedi bu olaya.

8 Şubat 2011 Salı

Bir Belediye Başkanının Feryadı

Bugünkü gazetelerde yeni bir haber gündeme düştü. Aslında başka bir ülkede olsa bomba etkisi yaratacak bir olaydır.

Çanakkale Belediye Başkanı feryat ediyor. Antik Yunan'da da çok önemli bir yer, temiz hava, süt mavisi bir denize sahip Kuzey Ege, Kaz Dağları altın arayıcı şirketlerin kullandığı siyanür yüzünden elden gidiyor. Başkan da bunu belediye meclisi toplantısında gündeme getirmiş; Siyanürle altın çıkaran şirketlere karşı gerekirse kampanya başlatılmalı. Karılarımızın kollarındaki bilezikleri bunlara verelim, buradan defolup gitsinler. Bu işin şakası yok demiş.


Gökhan, Kaz Dağları'nda sürdürülen altın madeni arama çalışmaları kapsamında, Kuşçayır köyünde düzenlenen bilgilendirme toplantısında yaptığı konuşmada, bölgenin kirletilmesinin, Çanakkale, Bayramiç, Lapseki, Küçükkuyu ve Çan halkının geleceğini yakından ilgilendirdiğini söyledi.
Bu bölgede çıkarılacak altının bölge halkına sağlıksız bir yaşam alanı yaratacağını, ekonomik olarak ise fakirlik getireceğini öne süren Gökhan, şöyle konuştu:''Biz bu saatte buraya gelmişsek, bu hepimizi ilgilendiren bir tehlikeli durum olduğu içindir. Bu sadece Kuşçayır köyünün sorunu değil, hepimizin sorunu. Çünkü buralar altın uğruna kirletilirse, Çanakkale domatesi, suyu ve havası kirlenir, Bayramiç'in elması, kirazı, nektarini, Lapseki'nin şeftalisi, kirazı kirlenir. Ezine'nin peyniri kirlenir. Altın uğruna eko sistem, doğa tahrip edilecek. Bu dağlar dünyanın kuruluşundan bu yana varlığını sürdürmekte. Bu doğayı altın uğruna katledecekler. İnsanlar dağı, taşı, hayvanları yaratamaz. Tek yaratıcı Allah'tır. İnsanlar ağaç dikebilir fakat bu dağı, taşı yaratamazlar. Bu eko sistemi bozmak istiyorlar. Eğer bu altın sağlığımızı düzeltecek, ekonomimizi düzeltecekse, sağlıklı yaşamamıza çok fayda sağlayacaksa, hemen yarın sabah kazmayı hep birlikte vuralım. Bu altının daha önce söylediğim karılarımızın bilezikleri, takılarından başka hiçbir yararı yok.''
Bir vatandaşın, ''Peki bize bunca zararı varsa niye buna müsaade ediliyor, niye devletimiz bunlara izin veriyor'' sorusu üzerine  Gökhan, ''Bu soruyu bana sormayın, izin verenlere sorun'' dedi.
        
Çanakkale Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Hicri Nalbant, Kaz Dağları bölgesinin madenlerinin, şeftali, elma, kiraz ve bölgede üretilen sütlerden elde edilen Ezine Peyniri olduğunu söyledi.

Diyarbakırlı Futbolculardan Etkili Protesto

Geçtiğimiz günlerde medyada sadece birkaç cümle ile geçiştirilen bir habere rastladım. Bank Asya 1. Lig'de Altay - Diyarbakırspor maçınun ilk 30 saniyesinde Türkiye'de hiç gerçekleşmemiş bir olaya şahit olduk. Yönetimine kimsenin talip olmadığı bir klüp var ortada ve futbolcular ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Protesto ise Altay'lı futbolcuların desteği ile gerçekleşti. şöyle ki, maçın başlama düdüğü çaldı, Diyarbakırlılar topu Altaylılara verdi ve kaleci dahil hepsi santrada diz çöktüler. Bu esnada Altay istese golü yapabilirdi. Ama yapılan bu protestoya tamamen saygı duydular ve 30 saniye boyunca topu kendi aralarında çevirdiler, protesto bittiğinde de Diyarbakırlılara verdiler. Maç sonunda ise kaleci resmen feryad ediyordu ne bir politikacı ne de birişadamı bizimle ilgilenmiyor, herkes bizi ortada bıraktı diye..

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...